Yaşar Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Meltem İnce Yenilmez röportajı-Yeni Asır Gazetesi

Yaşar Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Meltem İnce Yenilmez, “Kadınların sosyal yaşamda birey olması için erkekler de yardım etmeli. Devlet bu anlamda en büyük desteği sağlamalı, kadınların sözde değil gerçek hayatta da hak sahibi olduklarını hissettirmeli” diyor.

Meltemince1

RÖPORTAJ: ENGİN TATLIBAL- YENİ ASIR

Bir zamanlar anaerkil toplumların varlığını biliyoruz ama o çağın empatisini kurmaya çalışmak çok ta kolay değil. Üreten ve yönetenlerin kadınlar olduğu bir dönemden bugünlere geldik. “Yuvayı dişi kuş yapar” dedik, “Ana gibi yar olmaz” dedik, ama yerleşik toplum düzenine geçtiğimizden beri erkekler olarak kadını ezmeyi, horlamayı sürdürdük. Yaşar Üniversitesi’nde özellikle iktisadi açıdan kadın çalışmalarıyla ön plana çıkan Yrd. Doç. Dr. Meltem İnce Yenilmez, binyıllar öncesinden tuttu, bugüne getirdi. Biz de dinledik. Kadının yolculuğunu anlatan Yenilmez, soruyor: Kadınların ‘kadınca’ yaşayabildikleri bir toplum istemek çok mu ütopik?

Mayalar da reis kadındı
* Tarihte “anaerkil” diye adlandırılan bir dönem var. Ne zamandı bu?

En eski uygarlıklardan biri olan ve geçmişi M.Ö. 10.000’e kadar uzanan bir Orta Amerika uygarlığı olan Mayalar’da kadının gerek toplum gerekse aile içerisindeki yeri oldukça önemliydi. Hatta kadınlar birçok ekonomik faaliyetlerde bulunmakta ve aile ekonomisine katkı sağlamaktaydı. Yapılan kazılarda bulunan tabletlerden ya da yazıtlardan elde edinilen bilgilere göre aile üzerindeki egemenlik kadına aitti ve bir ailede soyun devamı kız çocuklarından gelirdi. Ekonomik olarak da kadınlar tarımla uğraştığı için evin reisi de haliyle kadındı.
* Ne oldu da kadınların bu egemenliği, yerini erkek egemen topluma bıraktı?
İnsanın kabile düzenine geçmesiyle oldu diyebiliriz. Göçebe toplum, bulundukları yerde toprakları işlemeye, hayvanları evcilleştirmeye ve doğaya hakim olmaya başlayınca toplumda kadın ile erkek egemenliği yer değiştirdi. Kadınlar köle gibi bir unsur oldu. Sosyal statü ne olursa olsun kadının toplum içerisindeki rolü ve hakimiyeti değişti. Ortaçağ’a geldiğimizde durum daha da vahim bir hale geldi ve kadınlar toplum içerisinde sosyal ve geleneksel haklarını kaybetti. Kısacası gerek devlet içerisinde gerek sosyal hayatta önemsiz hale getirildiler ve erkeğe bağlı bireylere dönüştüler. Hatta ve hatta ‘kadın insan sayılır mı, sayılmaz mı’ tartışmaları bile başladı. Bu durum Rönesans dönemine kadar devam etti, Rönesans akımıyla beraber kadınlar yavaş da olsa tekrar toplum içerisinde saygın bir yer edinmeye başladı.
Aydınlanmanın etkisi
* Aydınlanma çağının getirisi diyebilir miyiz buna?

Kısmen. Kadınların Rönesans ile eğitim seviyesi yükselmeye başladı., Müzik aletlerini çalmayı öğrendiler, resim yapmaya başladılar. Çok az da olsa devlet işleriyle ilgilenmeye başladılar. 19. yüzyılda Freud’un psikanaliz araştırmalarıyla beraber psikoseksüel ve duygusal gelişim dönemleri başladı ve bunun batı ülkelerinin düşünceleri üzerinde olumlu etkileri oldu.
* Ama kadının, sizin deyişinizle “köle” olma durumu ne oldu? O devam etti değil mi?
Ne yazık ki evet. Yeniçağ’da kadının karşılaştığı zorluklar alt sosyal yapılarda değişmedi ve kölelik ve kadın tüccarlığı devam etti. Kadınların bu hususta sessiz kalmaları ve hatta bu durumu kabullenmeleri durumu daha da kötüleştirdi.
* Türkiye’de Cumhuriyet öncesi kadının durumu malum. Cumhuriyet idaresinin getirilerini Türk kadını için irdeleyecek olursak…
Ülkemizde Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte kadınların toplum içerisindeki rolünün ve etkinliğinin artması için siyasi, hukuki ve ekonomik haklar tanındı. Bugün bu hakların en fazla olduğu ülkelerden bile önce kadınlarımıza yasal olarak medeni ve siyasi eşitlik sağlandı. Kadının yeri, konumu, hakları ve statüsü belirtildi, ailenin temelini teşkil eden kadınların aile içerisinde saygın bir konumda olması gerektiği vurgulandı.
* Son olarak çok kısa bir soru: Ne yapmalı?
Soruya soruyla yanıt vermek gerekirse, kadınların ‘kadınca’ yaşayabildikleri bir toplum istemek çok mu ütopik? Kadınların sosyal yaşamda birey olması için sadece kadınlar değil erkekler de destek olmalı ve bu problemler için her birey mücadele etmeli. Devlet bu anlamda en büyük desteği sağlamalı, kadınların sözde değil gerçek hayatta da hak sahibi olduklarını hissettirmeli. Kadınların hor görüldüğü, ezildiği, yok sayıldığı, ötekileştirildiği bir toplumda demokrasiden ve eşitlikten bahsetmek ise mümkün değil.

Ayrıştırıldıklarında kadınlar ezilen oldu
* Bugüne gelindiğinde epeyce yol alındığını görüyoruz ama durum yine de pek iç açıcı değil. Ne oldu da kadın bu kadar aktif ve egemen bir hayattan edilgen bir hale geldi?

Aslında cevap oldukça basit: İkiye bölünmüş bir dünya, ikiye bölünmüş cinsiyetler, düşünceler, toplumlar, kavramlar ve bunun sonucunda ortaya çıkan ideolojik farklılıklar. Erkekler ve kadınlar düşünce olarak birbirlerinden ayrıştırılmaya başlandığı zamandan itibaren toplumsal, ekonomik, siyasal, kültürel ve sosyolojik açıdan kadınlar ezilen taraf olmaya başladı ve haklarını savunamaz hale geldi yeniden.

“Herşeyi ataerkil zihniyet belirliyor”
* Konu bir şekilde gündemdeki yerini koruyor. Kadın hakları konusundaki çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aslında kadınlar, yıllardır kaybettikleri sosyal ve ekonomik haklarını oluşturulan yeni ‘erkek’ sisteminden almak için savaş veriyor. Ülkemizde zamanla değişen ekonomik konjonktür ile beraber bir değişim yaşanmaya başlandı. Gerek AB uyum sürecinde yapılan zorunlu yasal düzenlemeler ve gerekse BM ile yapılan ve cinsiyet eşitliği sağlayan anlaşmalar neticesinde kadınların sosyal ve ekonomik olarak hukuki anlamda Avrupa normlarına ulaşabilmesi için reformlar düzenlendi ve düzenleniyor. Ama bu düzenlemelere rağmen kadınların hakları, düşünceleri ve yaşam tarzları hala ataerkil zihniyet ile belirleniyor. Kadınlarımız taciz ve şiddet görüyor, eziliyor, öldürülüyor, mal gibi satılıyor ve haklarını aramaya kalkıştıklarında ise tartaklanmaya devam ediliyor.